5.Sınıf ALİS HARİKALAR DİYARINDA - Tavşanın Peşinden Metni Okuma Metni / Yansıt Anlat 2023-2024




5.Sınıf ALİS HARİKALAR DİYARINDA - Tavşanın Peşinden Metni Okuma Metni / Yansıt Anlat



Ekleyen: Haşim | Okunma Sayısı: 4264

Günlük Plan İçin Tıkla...

HAZIRLIK ÇALIŞMALARI
1. İnsanlar neden hayal kurar? Anlatıız.
2. Hayallerle gerçekleri karıştıdığınız anlar oldu mu? Anlatıız.

 

  • Metni noktalama işaretlerine dikkat ederek sessiz okuyunuz.

 

ALİS HARİKALAR DİYARINDA - Tavşanın Peşinden

Alis ırmağın kıyısındaki çimenlerin üzerinde, ablasının yanında boş boş oturuyordu. Canı sıkılmaya başlamıştı çünkü yapacak hiçbir şeyi yoktu. Bir iki kere ablasının elinde okuduğu kitaba göz attı. Fakat kitapta ne bir resim ne de bir konuşma vardı. Alis kendi kendine, “İçinde resim ve konuşma olmayan kitaplar ne işe yararlar!” diye düşündü.
             Hava öylesine sıcaktı ki sersemlemiş ve uykusu gelmişti Papatyalardan
bir çelenk yapmak için kalkıp papatya toplasam mı, diye düşünürken önünden kırmızı gözlü beyaz bir tavşanın koşarak geçtiğini gördü.
             Bunda şaşıracak hiçbir şey yoktu. Tavşanın kendi kendine “Eyvah! Eyvah!
Çok geç kalacağım!” diye mırıldanmasının şaşılacak bir olay olması gerektiğini düşünüyordu. Fakat bu olay Alis’e o an çok doğal gelmişti.

Oysaki tavşan yeleğinin cebinden bir saat çıkarıp bakarak hızlı hızlı yürümeye başlayınca Alis merakla ayağa fırladı. Şimdiye kadar ne yeleği ne de yeleğinin cebinde bir saat olan tavşan görmemişti.

Tavşanın arkasından koşmaya başladı. Hayvan çalılıkların arasındaki büyük bir deliğe girip
kayboldu.
              Biraz sonra, Alis de bir daha oradan dışarı nasıl çıkacağını hiç düşünmeden tavşanın arkasından büyük deliğe girdi. Tavşan deliği bir tünel gibi dümdüz gidiyordu. Fakat birdenbire dik bir eğimle aşağılara doğru kıvrılmaya başladı. Alis derin bir kuyuyu andıran tünelde aşağıya doğru yuvarlanıverdi.
         Alis kuyunun mu çok derin olduğunu yoksa kendisinin mi çok yavaş düştüğünü anlamaya çalışırken sürekli çevresine bakınmaya ve daha neler olabileceğini düşünmeye vakit buluyordu.
               İlk olarak kuyunun dibine baktı Fakat orası göz gözü görmeyecek kadar karanlıktı.  Sonra
kuyunun duvarlarına göz attı. Duvarlarda bir sürü dolaplar ve raflar vardı. Ayrıca etrafta epeyce harita ve tablo bulunuyordu. Aşağıya doğru inerken rafı birinden üzerinde “Portakal reçeli” yazan bir kavanoz yakaladı. Fakat kavanozun boş olduğunu görünce hayal kırıklığına uğradı. Kavanozu aşağıya atmayı tasarlıyordu ki onun, birinin kafasına düşüp öldürebileceğini düşünerek önünden geçtiği başka bir rafa koydu.
             “Eh!” diye düşündü. “Böyle bir düşüşten sonra evdeki merdivenlerden düşsem bana mısın demem! Kim bilir bizimkiler beni ne kadar cesur bulurlar. Damdan bile düşsem ağzımı açmam artı.”
            Alis aşağıya doğru düşmeye devam ediyordu. Acaba bu düşme hiç bitmeyecek miydi? “Ne biçim kuyu bu, bunun dibine varamayacak mıyım ben?” diye düşündü.
            “Acaba kaç kilometre düştüm? Herhalde dünyanın merkezine yaklaşıyor olmalıyım. Sanırım
dört bin kilometre falan olmalı.” diye bağırarak söylendi.

  Alis okulda buna benzer bir şeyler öğrenmişti. Fakat çevresinde onu dinleyecek kimse olmadığından bilgisini uzun uzadıya göstermek için iyi bir fırsat sayılmazdı, ama olsun, onun için faydalı bir egzersizdi.
            “Evet, mesafeyi iyi hesapladım. Ama kim bilir hangi enlem ya da boylama vardım?” Alis’in ne enlem ne de boylam hakkında hiçbir bilgisi yoktu. Yine de bunların ilgi çekici, güzel sözcükler olduğunu düşünmüştü.
Düşüncesine şöyle devam etti:
“Acaba dünyayı öbür tarafından delip çıkacak mıyım? Tepe üstü yürüyen insanların arasına çıkmak
amma tuhaf olur! Onlar Antipatiler olmalı!” Alis bu defa kendisini dinleyen kimse bulunmadığına
sevindi. Çünkü söylediği kelimenin doğru olmadığından emindi.
             “Onlara hangi ülkede olduğumu sorabilirdim. Bir dakika bayan, burası Yeni Zelanda mı yoksa Avustralya mı?”  Bu sözleri söylerken, bir yandan da saygıyla eğilip selam vermeyi denedi. Fakat
boşlukta selam vermesini onun tepetaklak gelmesi anlamında kabul edebilirsiniz.
                “Ülkenin adını soracak olursam beni kara cahil bir kız sanabilirler. En iyisi sormamam gerektiği.  Belki ülkenin adı görünür bir yerlerde yazılıdır.” Yapacak bir şeyi olmadığından kendi kendine düşünmeye devam etti.
               “Dinah bu gece beni ne kadar arar!” Dinah onun kedisiydi. “Sanırım ki bu akşam senin yanında olamayacağım. Öğleden sonra ona sütünü vermeyi unutmazlar umarım. Dinah, senin yanımda olmanı ne kadar çok isterdim. Boşlukta fare olmaz ama senin için yarasa yakalayabilirdim. Yarasalar da farelere benzer bir şey olmalı. Yalnız, kediler yarasa yer mi acaba?” diye düşünürken uykusu gelmişti.

 Alis uykuya dalmak üzere iken düş görmeye başlamıştı Uyku hâlinde sesleniyordu:
       “Kediler yarasa yer mi? Yarasalar kedi yer mi?” Bir ara düşünde Dinah ile el ele yürüdüğünü görmeye başladı. Ciddi bir sesle ona:
       “Dinah, bana doğruyu söyle, hiç yarasa yedin mi?” Tam o sırada ‘‘Küt!’’ diye kuru yapraklardan bir yığının üzerine düşmüştü. Alis’e hiçbir şey olmamıştı Bir an sonra ayağa fırladı. Kafasını kaldırıp yukarı baktı Fakat orası zifiri karanlıktı Önünde ise uzun bir geçit vardı. Alis bir de ne görsün? Beyaz tavşan onun önündeydi ve bütün hızıyla koşuyordu. Hayvan geçitten hızla uzaklaşmaya başladı. Kaybedecek
bir an bile yoktu. Alis rüzgâr gibi hızlı hızlı onun arkasından koşmaya başladı. Fakat tavşan şöyle
söyleyerek gözden kayboldu:
        “Vah benim kulaklarım, vah benim bıyıklarım! Çok geç kaldım.” Alis kendini uzun, basık, tavanından sarkan bir sıra lamba ile aydınlanmış bir geçitte buldu. Geçidin dört bir yanında bir sürü kapı vardı. Fakat kapıların hepsi kilitliydi. Alis, her ne kadar bunları teker teker açmaya çalıştıysa da açamadı. Geçidin ortasına doğru yürüdü. Üzgün üzgün buradan nasıl çıkacağını düşünmeye başladı.
               Birdenbire karşısına üç ayaklı camdan küçük bir masa çıkıverdi. Masanın üzerinde küçük altı
bir anahtar duruyordu. Alis bu anahtarın kapılardan birine ait olduğunu düşündü.  

Fakat öyle olmadı. Anahtar delikleri, anahtardan oldukça büyüktü. Kapılardan hiçbirini
açamadı.
            İkinci kez geçitte dolaşırken, önceden fark etmemiş olduğu duvara gerilmiş alçak bir perde gördü. Perdenin arkasında kırk santim yüksekliğinde bir kapı vardı. Alis elindeki altı anahtarı bu kapıda denedi. Sonunda anahtarın uyduğu bir kapı bulduğuna çok sevindi.
               Alis kapıyı açınca karşısına fare deliğinden büyük olmayan bir geçit çıktı Yere diz çökerek
geçidin öbür ucuna doğru baktı Orada şimdiye kadar eşine rastlamadığı güzellikte bir bahçe duruyordu. Bu karanlık geçitten çıkıp o güzel çiçeklerin ve fıskiyelerin olduğu bahçede dolaşmayı öyle candan istiyordu ki. Oysaki kapının deliğinden başını bile içeri sokamıyordu.
                Zavallı Alis, “Başımı oradan geçirsem bile omuzlarımı geçiremedikçe hiçbir yararı olmaz.
Keşke bütün gövdemle bir teleskop gibi içeri, içime kapanıversem. İşe nasıl başlayacağımı bilsem başarırdım belki.” diye düşündü. Alis şimdiye kadar öyle garip şeyler görmüştü artı olanaksız sayılan pek az şey kaldığını sanıyordu.
               Küçük kapının yanında dikilmenin hiçbir anlamı yoktu. Tekrar masanın yanına döndü. Orada
başka bir anahtar ya da hiç olmazsa insanların teleskop gibi açılıp kapanmalarını öğreten bir kitap bulabileceğini ümit ediyordu. Masaya doğru yürüdü. Fakat bu kez masanın üzerinde küçük bir şişe buldu.
         “Eminim bu şişe az önce burada değildi!” diye mırıldandı. Şişenin boynunda kâğıt bir etiket vardı.
Etiketi üzerinde güzel ve büyük harflerle “İÇ BENİ!” yazılıydı. Alis hiç acele etmedi. Şişedekini hemen içmek niyetinde değildi. “Önce iyice bir bakayım, şişenin üzerinde zehir kelimesi yazılmış olmasın.”
              Çünkü o, en basit öğütleri bile tutmadıkları için elleri yüzleri yanan, vahşi hayvanlar tarafından parçalanan ya da başına daha garip olaylar gelmiş çocuklara dair bir sürü hikâye biliyordu. Bu basit kurallardan birkaçını aklına getirdi.
             “Eğer ateşte kızdırılmış bir maşayı tutacak olursanız eliniz yanar. Eğer parmağınızı kesecek olursanız kan çıkar. Ve eğer üzerinde zehir yazılı bir şeyi içerseniz eninde sonunda zehirlenirsiniz.”

Fakat şişenin üzerinde zehirli olduğuna dair hiçbir yazı yoktu. Alis şişedeki suyu tattı ve tadını
beğendi. Tadı vişneli pastaya, kremaya, hindi kızartmasına, karamelaya, kiraz reçeline, kızarmış
tereyağlı ekmek karışımına benzeyen şişedeki suyun hepsini bitirdi.

“Ne tuhaf bir duygu!” dedi. “Bir teleskop gibi kapanıyorum sanki!”

 Duygusu gerçekten doğruydu. Çünkü artı boyu yirmi beş santim kadar olmuştu. Artı o güzelim bahçeye açılan küçük kapıdan geçebilecek hâle geldiğini görünce çok sevindi. Ama bir iki
dakika bekleyerek daha fazla kısalıp kısalamayacağını anlamak istedi.

“Belki de sonunda bir mum gibi eriyerek yok olurum. Acaba o zaman neye benzerim?” diye söylendi. Mum eridikten sonra alevinin nasıl olduğunu hatırlamaya çalıştı. Fakat ömründe böyle bir şey görmemişti.

Biraz sonra daha fazla küçülmeyeceğini anlayarak bahçeye çıkmaya karar verdi. Fakat ne yazık ki kapıya yaklaşınca anahtarı masanın üzerinde unuttuğunu gördü. Tekrar masanın yanına
döndü. Artık anahtara yetişmesi mümkün değildi. Camın altıdan anahtarı görebiliyordu.

Masanın ayaklarından birine tırmanmaya çalıştı. Ama bir türlü beceremedi. Çünkü masanın ayakları oldukça kaygandı. Tırmanmaktan yorulana kadar uğraştı Sonunda başaramayacağını anlayınca yere çöktü ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Alis biraz sonra kendi kendine söylenmeye başladı.
“Hadi hadi, neye yarar sanki böyle ağlamak?

Hemen şu ağlamanı kessen iyi edersin.” Alis sık sık kendi kendineböyle güzel öğütler verirdi. Ama onları tuttuğu pek söylenemezdi. Bazen kendini öylesine azarlardı ki gözlerinden
yaşlar gelirdi. Hatt bir keresinde kendi kendine oynadığı kroket oyununda hile yaptığı için kendisini tokatlamıştı Çünkü o garip huylu bir çocuktu. Kendini iki şahsiyetli biri olarak görmeye çok
meraklıydı.

Zavallı Alis, “Şimdi iki kişiymiş gibi davranmanın ne anlamı var! Aslında şu kalan kısımlarımla doğru dürüst bir kişi bile etmem.” diye düşündü.

Tam bu sırada masanın altıda küçük bir cam kutu gördü. Kutuyu açtı ve içinde kuş üzümleriyle “YE BENİ!” yazılmış minik bir meyveli çörek gördü.

Alis kendi kendine “Bunu yesem iyi olur.” dedi.

“Belki boyum tekrar uzar ve ben de anahtara yetişirim, eğer daha da küçülürsem kapının
altıdan geçerim. Yani her iki hâlde de bahçeye çıkabilirim. Hangisi olursa olsun, gerisi beni ilgilendirmez.”

Meyveli çörekten küçük bir parça kopararak ağzına attı. Endişe içinde, “Acaba büyüyor muyum, yoksa küçülüyor muyum?” diye söylendi. Bunu anlamak için elini başına koydu. Fakat aynı
boyda kaldığını görünce epey şaşırdı. Gerçi kek yiyenlerin boyu uzar diye bir kural yoktu ama Alis olağanüstü şeylere öylesine alışmıştı ki olayların normal olarak gelişmesini aptalca ve can sıkıcı bulmuştu.

Bunun üzerine elindeki meyveli çöreğin hepsini çiğnemeden yutmaya başladı.(...)

 
Lewis CARROLL (Levis Kerıl)
(Çeviren: Ziya GÖKALP)
(Kısaltımıştır)

 




 Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece dersturkce.com'a aittir. Sitemizde yer alan dosya ve içeriklerin telif hakları dosya ve içerik gönderenlerin kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır. Telif hakkına sahip olan dosyaları lütfen iletişim bölümünden bize bildiriniz. Dosya 72 saat içerisinde siteden kaldırılır.Telif Hakkı Hakkında|Editör, ziyaretçi ya da üyelerimiz tarafından eklenen hiç bir içerikten dersturkce.com sorumlu değildir.İLETİŞİM:dersturkcem@gmail.com
Sitemiz hiçbir şekilde kar amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.